Salgın dönemiyle birlikte zorunlu olarak evde geçen zaman artınca üretmeyi ne kadar özlediğimi fark ettim. Yarı Datçalı olmayı, anne karnına Datça'da düşmeyi ne kadar büyük şans olarak görüyorsam; burada yaşamayı ve doğada olmayı da o kadar değerli buluyorum.
Denizi ve onunla ilgili her şeyi hep, çok sevdim. Denizin yıllar içinde sabırla basit cam ve seramik parçalarını törpüleyip, öğüterek şekil vermesi, yumuşak hatlara sahip nadide parçalar haline getirmesi beni hep çok etkilemiştir. İnsanlardan uzak kıyılarda geçirdiğim zamanlarda aylarca bu parçaları topladım, halen de topluyorum. Dünyada deniz camı dernekleri olduğunu, hatırı sayılır sayıda kişinin deniz camı koleksiyonu yaptığını ve renklerine göre çok ciddi rakamlara satıldığını yine bu dönemde öğrendim.
Sahilde olmak benim için bir yaşam şekliyken, denizden gelenleri denizi özleyenlere kavuşturmaya karar verdim. Dalgaların sabırla işlediği cam ve seramikleri ben de sabır ve şükran duygusuyla aradım, topladım, taşıdım ve temizledim. En sonunda önüme serip yelkenlilerimi tasarlamaya başladım.
Doğaya olan tutkumu ve saygımı, bize bahşettiği güzelliklere hak ettikleri değeri vererek göstermeye çalıştım. Atölyede denemeler yaparken, deniz camları gibi benim de sivri yanlarım törpülendi, sabrı ve sakinliği fark ettim.
Çok sevdiğim denizi, çok özleyenlere Ege ve Akdeniz'in tuzları üzerinde tasarımlar yaptım. Bana bu zorlu süreçte iyi gelen Denizden Gelen'in kısaca hikayesi böyle.